Serap Güvener Yazdı; Benimle Yaşlansana (2) …

2.BÖLÜM
-“Projenizi hazırlarken firmamızın tarihçesini okumamışsınız” diyen sesle irkiliyorum. Işık yanınca, yönetim kurulunun bulunduğu yerden hayatımı altüst eden adamın sesine dönüyorum. Yönetim kurulu başkanı koltuğunda… hiç değişmemiş sadece kırlar konmuş saçlarına… 16 yıl olmuştu görmeyeli… 46 yaşında olmalı… bacaklarım tutmuyor sanki! Kalbim de yok artık! Gözlerimi diğer üyelere çevirerek
-“Projeye başlanmadan önce, Holdinginizin tarihçesinin defalarca okunduğunu, ürün gruplarınızdan, satış yaptığınız ülkelerin yapılarına dek incelendiğini ve bu verilere bağlı kalınarak projenin hazırlandığını biliyorum… biz yarışmaya hazırlanırken, yapınızda yenileşme talebinizin olduğunu düşünerek, bu yönde bir çalışma yapmıştık… var olanın devamını talep ediyor olacağınızı düşünmemiştik. Teşekkür ediyorum.”
Bulunduğu yere hiç bakamıyorum. ‘Lanet olsun böyle şansa’ diyorum… ne işi var ki burada…. anlamıyorum…
-“Biz teşekkür ediyoruz çabanıza, buraya kadarmış, yolunuz açık olsun” diyor Burak Özer.
Burak Özer… Üniversitede akademisyendi onu tanıdığımda… 9 yaş büyüktü benden… birinci sınıfta bir sınavda gözetmendi… o zaman göz göze gelmiştik… bir daha gözlerimiz de ellerimiz de ayrılmamıştı… son sınıfta evlenmiştik. Bizimkisi aşk hikâyesiydi hani herkes öyle sanar ya… ta kii… beni aldatıncaya dek… 3 ay süren bir evlilik… aynı gün vekalet verip avukata, terk edip gitmiştim her şeyi… Ülkemi bile…

Ağlamamak için ellerimi kanatırcasına sıkıyorum… iniyorum merdivenlerden. Burak Özer ve Hanzade Erin çifti… 16 yıl sonra… sil baştan, acılar… eve gidene dek ağlıyorum.
Biliyordum bir gün bir yerde karşılaşacaktık… ama niye burada! niye şimdi!
Duş alıp atıyorum kendini yatağa… çocukluğumdan beri uyumak en büyük kaçış yolum… uyuyorum.

Gözlerimi açıyorum, film gibi geçip gidiyor yaşadıklarım… su içmek istiyorum, mutfağa giderken ayağıma bir şey takılıyor… eğiliyorum… Pırıl’ın tokası…. elime alıp oynuyorum …. yüzüm aydınlanıyor… sonra aklıma köfte-patates istemiş oldukları geliyor… zaten canım sıkkın, hiç olmazsa onları sevindireyim deyip köfte-patates kızartıyorum.
Güvenlikten adreslerini soruyorum… Sitenin villalarının bulunduğu bölgeyi tarif ediyorlar… çok çok lüks evler… ‘babalarının maddi durumu iyi olmalı’ diye düşünüyorum.
Kapıyı Asel açıyor.
-“Merhaba, ben dün söz vermiştim küçüklere patates ve köfte için.”
“Hanzadeeeee” diye çığlıklar geliyor… koşarak atlıyorlar üzerime…
-“Ne getirdin oooo patates ve köfte oooo, biz seni çok özledik.”
-“Ben de sizi özledim.”
Arkamdan, ‘beni özleyen yok sanıyorum’ diye bir ses geliyor. ‘Yok, artık’ diyorum içimden… ‘ne olur düşündüğüm olmasın’ diye dua ediyorum.
-“Babaaaaa” deyip atlıyor kucağımdan Pırıl… kolyeme takılıyor saçı, canı yanıyor… öpüyorum… göz göze geliyorum babaları ile… Burak Özer… belki de hayatta en son görmek isteyeceğim kişi… nasıl bir gün!
Gökten yağmur gibi yağıyor geçmiş!

-“Baba hani sana bahsettik ya hani âşık olduğu çok yakışıklı adam var, hani çok güzel köfte patates yapıyor, hani çok iyi kalpli, hani gülünce çok komik oluyor işte o!”
Hep cesurdu, yine aynı hiç kaçırmıyor gözlerini… elim titriyor…
-“Çok memnun oldum” diyor… ukala!
-“Ben de!”
Çocuklara bakıp, “gideyim artık” diyorum.
-“Ne olur gitmeeee, baba ne olur kalsın!”
-“Gitmem gerek, önemli bir telefon bekliyorum.”
-“Yarın sana geleceğiz, baba gidebilir miyiz” diyor Hamdi…
Gözünü kırpmadan bana ve çocuklara bakıyor.
Diyemiyorum o teklif, babanızın Burak Özer olduğunu bilmemden önceydi. Diyemiyorum.
-“Peki.”
Çığlıklar arasında, “ben gideyim o zaman, yarın görüşmek üzere” diyorum…
Pırıl,
-“Patatesin yanında o domates sosundan da yaptın mı” diyor.
-“Yapmaz mıyım?” Burnunu okşayıp, “hoşçakalın” diyorum.
Burak Özer,
-“ Hala kalpli kolye takıyorsun” diyor.
Elim kolyeme gidiyor açılmış… babam ile annemin resmi.
Devam ediyor,
-“O kadar iddialı, yenilikçi dekorasyonlardan bahsedip, kabul görmeyince, küçük kız çocuğu gibi alt dudağını titreten bir kadının boynunda sanki değer verirmiş gibi yaşananlara, yıllar yıllar öncesinden kalma kalpli bir kolye görmek enteresan geliyor insana.”
Yavaşça dönüyorum…
-“Yeri geldiğinde bugünü, yeri geldiğinde eskiyi, yeri geldiğinde metali, yeri geldiğinde tahtayı kullanırım… bunları hep talep sahiplerinin hayat öykülerine göre yaparım.”
Aralık olan kapıdan içeri bakıp…
-“Örneğin bu ev tam sizlik; soğuk, yabancı, duygusuz… çok doğru biri tasarlamış… ancak çocuklara kıyamıyorum….onlara olmamış… ve sandığından çok daha fazla değer verdiğim için yaşadıklarıma, geçmişte çok yerinde kararlar almışım.”

Dengesiz ne olacak, bir de iki çocuk yapmış, yazık olmuş karısına… İyice duygusuzlaşmış robot…
Ertesi gün şirket ile görüşüp sunumu anlatıyorum. Beğenilmemek, tercih edilmemek işin yaratıcısı olmasa bile çok üzüyor insanı… bir an önce Ankara’ya dönmek istediğimi söylüyorum.
“Lütfen devam eden projelere 4 ay destek ver, çok ihtiyacımız var” diyorlar. Ruh gibiyim… bedenim sadece komut alıyor sanki… nereden çıktı ki bu adam karşıma… her şey yoluna girmiş iken…
Aklımda hep çocuklar! Burak’ın çocukları! Oysa biz çok istemiştik; bir kız, bir oğlan… Bizim olmadı, onun olmuş… ve muhteşem iki çocuk… akşam için söz verdiğimi anımsıyorum. Burak’ın çocukları ile arkadaş olmak… nasıl, neden!? Olanaksız sanki! Asla! Akşam geldiklerinde bir neden yaratıp, artık burada olmayacağımı söylemeyi planlıyorum.

Saat 18’de kapım çalınıyor, daha doğrusu kırılıyor…
Hamdi ile Pırıl… koşarak bacaklarıma sarılıyorlar… eskiden saçlarına giden elim, havada kalıyor… ‘hadi yemeğe soğutmayalım’ diyorum… çok eğlenerek yemeklerini bitiriyorlar..
Pırıl soruyor, “sevgilin aradı mı?”
– “Yok çok yoğun, arayamadı” diyorum. Yalan kötü şey! Beceremiyorum da üstelik.Ssesim titriyor.
-“İsim, şehir, hayvan oynayalım mı” diyor Hamdi
-“Bu gün zor bir gündü, yorgunum” diyorum… kendimi tanıyamıyorum.
‘Hayır’ diyorum çocuklara… nasıl diyebiliyorum bu iki güzel şeye ‘hayır’… anlamıyorum.
“Ben” diyorum… “size çok önemli bir şey söyleyeceğim… çok yakında Ankara’ya döneceğim.. Bir kaç işim kaldı, onları bitirince gitmem gerekiyor… O yüzden artık görüşemeyeceğiz sanki sizlerle.”
Yanıma yaklaşıyor Pırıl… Hamdi hiçbir şey söylemiyor… gözüme, taa içine bakıp, “neden bugün bizimle değilsin” diyor… “o ne demek” diyorum… “bize hiç güzel sarılmadın”.
Darmadağın oluyorum.
-“Daha önceleri sarıldığında sanki kalbin kalbimde atıyordu, ama bu kez sesini bile duymadım, bizi artık sevmiyor musun” diyor.
– “Olur mu öyle şey siz benim en iyi arkadaşımsınız ama iş” diyorum…
-“Gözlerini hep kaçırıyorsun tıpkı babamın sevgilileri gibi” diyor… Hamdi kardeşinin elini tutuyor.. “biz seni sevmiştik ama” diyor… gözlerinde hayal kırıklığı… “hem sen öğrettin bize, isim, şehir, hayvanı, oynamayacaksan öğretmeseydin o zaman ”diyor.
Haklı, oynamayacaksan öğretmeyeceksin… sevmeyeceksen de girmeyeceksin hayatlarına.
Kalbim daha fazla dayanamıyor… Külkedisi’nin üvey anne moduna… ‘lanet olsun Burak’a’ diyorum… ne suçu var bu güzelliklerin hem anneleri de yok! Atlıyorum üstlerine onlarca kez öpüyorum, nefessiz kalıyorlar.
-“Demek babanızın o sevimsiz cadı sevgililerine benzedim haaaa… gıdıklıyorum… kahkahalarla gülüyorlar… halının üstünde sarmaş dolaş tavana bakıyoruz… “bu ağzıma girmek üzere olan ayak kiminse, çok kötü ısıracağım” diyorum.
Gülmeleri duvarları deliyor… “Hanzade gitme ne olur, hep burada kal” diyorlar… “Burada kalamam kuzular ama söz asla ayrılamayacağız, siz benim
Antalya’daki tek dostlarımsınız, ya olmasaydınız aaaa… artık yalnızlıktan gider güvenlikle, bir de hani girişte hiç gülmeyen kadın var ya onunla arkadaş olurdum aaaaa aaaa.”
– “Sen çok komik kadınsın , o girişteki kadın Hansel ile Gretel’deki cadı gibi seni yerdi hahahahah” diye gülüyorlar..
-“Ankara’da olsam bile telefon var, internet var ooooo” diyorum….
***ARKASI YARIN***

YAZI DÜKKANI AKADEMİ
(15.05.2019 Çarşamba)

1417.Yazı
SERAP GÜVENER
BENİMLE YAŞLANSANA

Boyabat Gündemi hakkında 18701 makale
Boyabat Gündemi

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın