Hasan Ün Yazdı,Makas…

hasanun

Yıl 1955… Ekim ayı… Boyabat Panayırının birinci günü…

Köylerinin hemen yanı başındaki ormandan-genellikle kaçak yollarla-kesmiş oldukları meşe ve çam odunlarını kan-ter içinde kalarak eşeklerine yükleyen köylüler; yine kaçak yollardan satacakları bu odunları ilçeleri Boyabat’a götürmek üzere eşeklerine deh diyerek yola çıktıkları zaman her nedense pek neşeleri yok gibiydi!

-Lan aga çok geç kaldık lan!

-Ha lan! Neredeyse öğle olacak! Saat dokuzu geçmiş be!

-Endüğü gün de yine aynı haltı işledik de az kalsın ormancıya yakalanacaktık lan!

-Sabah ezanı okunmadan bu odunları Ekin Pazarı’ndaki o evin önüne yıkacaktık aga!

-Neyse! Olan oldu bir kere. Allah’tan bugün Boyabat Panayırının ilk günü… Ormancıların alayı da panayıra gitmiştir inşallah!

Boyabat’ın hemen batısında ve üç kilometre falan uzağında bulunan, şirin bir yerleşim merkezi olan Yörük köyüne mensup bu altı oduncu köylüden, özellikle Abdi Muslu isimli köylü çok gergindi! Aynı zamanda ekibin en genç üyesi olan Abdi Muslu, arkadaşlarını bir kere daha sert bir üslupla uyarmadan edemedi:

-Arkadaşlar! Dırdır edeceğinize şu eşeklerinize deh deyin de… Biran önce Boyabat’a giderek yüklerimizi boşaltıp, selametle köyümüze geri dönelim!

Abdi Muslu’nun da diğer köylülerin de bu kadar gergin olmalarının en büyük nedenlerinden birisi-gidecekleri yere-geç kalmış olması mıydı? Belki. Yani, odunlarını kaçak yollardan kestikleri ve yine kaçak yollardan satacak olmaları yüzünden mi kaygılıydılar! Ormancıya yakalanmaktan mı korkuyorlardı? Olabilir. Ama bu işi ilk defa yapmıyorlardı ki! Daha önceden de geç kalmış oldukları hiç olmamış mıydı? Olmaz olur mu? Hem de kaç defa geç kalmışlardı! Ormancıya yakalanmış oldukları da çoktu! Eşeklerini de baltalarını da belki de onlarca defa ormancıya kaptırmışlardı! Ama yine de paniğe falan kapılmadan, ufak-tefek cezalarla kurtularak; eşeklerinin sırtında kahkahalar atarak, neşeli bir şekilde köylerine dönmeyi başarabilmişlerdi! Yani, hiçbir zaman bugünkü kadar heyecanlı ve kaygılı olmamışlardı!

Boyabat’ın içinden geçen Gazi Dere Çayının üzerindeki köprüye geldikleri zaman Abdi Muslu, heyecanlı ama kısık bir ses tonuyla arkadaşlarına şu öneride bulundu:

-Aga! Şu dar yoldan Çay Mahallesine dalalım! Kalenin dibindeki taşlık yoldan giderek Ekin Pazarı’nın yakınındaki Akçaların evinin önüne varalım! Çarşının ortasından geçmeyelim! Orta Çarşı’ya uğramayalım!

Fakat, yol arkadaşlarının hiçbirisi de Abdi Muslu’nun aşırı ciddi bir şekilde ortaya attığı bu öneriye sıcak bakmadılar:

-Lan oğlum ne işimiz var kalenin dibindeki taşlık yolda!

-He ya! Düzayak gidelim işte!

-Eşekler yoruldu zaten! Bir de o sapa yollara sokmayalım zavallıları!

-Aha benim eşeğin nalı da düşmüş galiba!

-Hele oyalanmayın! Ana yoldan ayrılmayalım!

-Orta Çarşı’da yiyecekler mi lan bizi?

Abdi Muslu, kasketini çıkarıp, uzun saçlarının da yüzünden ter içinde kalmış olan başını sinirli bir şekilde kaşıdıktan sonra, burnundan soluyarak arkadaşlarına uymak zorunda kaldı.

Altı köylü odun yüklü eşekleriyle hızlı bir şekilde yol alarak Boyabat’ın Arnavut kaldırımlarıyla döşenmiş en işlek caddelerinden birini geçip de yollarını kısa sürede yarılayıp Merkez Oteli’nin önüne geldikleri zaman yavaşladılar. Hatta durakladılar; çünkü, Merkez Oteli’nin tam karşısındaki bir terzi dükkanında sohbet eden çarşı esnafından üç beş kişi Yörüklü odunculara seslenmişlerdi. Kimisi terzi dükkânının önünde kimisi de içinde oturan bu üç beş kişinin amacı odun falan almak değildi. İşte, kendilerine göre biraz saf buldukları, cahil buldukları köylülerle birazcık şakalaşmak, eğlenmek; daha doğrusu, azcık kafa bulmak, alay etmek istiyorlardı. Halleri vakitleri gayet iyi olan bu üç beş esnaftan, dükkân sahibi de olan Terzi Nuri Usta, Abdi Muslu’yu az çok tanıyordu. Yörüklü oduncular terzi dükkânını önüne-kendilerine yapılan çağrıyı pek samimi bulmamaları nedeniyle- ürkek vaziyette iyice yanaştıkları zaman Nuri Usta, kendisine şüpheli gözlerle bakan Abdi Muslu’ya gayet ciddi olarak, eşeğin üzerindeki odunları göstererek bir soru sordu:

-Abdi Efendi bu ne?

Ne yazık ki böyle gereksiz bir soruya Abdi Muslu cevap verdi:

-Oduuun!

Ne Terzi Nuri, ne de diğer zengin tüccarlar, önce hiç gülmediler. Terzi Nuri de zengin esnaf arkadaşları da Yörüklü oduncu Abdi Muslu’nun vermiş olduğu cevabı gayet güzel, gayet doğru ve gayet mantıklı bulmuş gibiydiler sanki! Sonra, bir dakika kadar süren bu ciddilik yaş yavaş gevşemeye başladı! Özellikle zengin tüccarlar ağızlarını yayarak, birbirlerine bakıp bakıp pis pis sırıtarak, gözlerini fır fır döndürerek Terzi Nuri’nin vereceği-tahmin ettikleri- cevabı beklemeye başladılar. Terzi Nuri, Orta Çarşı’nın bu zengin tüccarlarını daha fazla bekletmedi. Ağzını şapırdatarak, tilki gözleriyle Abdi Muslu’nun gözlerinin içine bakarak yapacağını yaptı Terzi Nuri:

-Ben sana goduuum!

Terzi Nuri’nin vermiş olduğu bu karşılık dükkânın önünde oturan tüccarların da içinde oturan tüccarların da çok hoşuna gitmişti! Dakikalarca kahkahalarla güldüler! Gözlerinden yaşlar gelinceye kadar güldüler! Koca göbeklerini hoplata hoplata güldüler! Bu zengin tüccarlar o kadar çok güldüler ki o kadar çok gürültü çıkararak güldüler ki çevre dükkânlardaki esnaflar da mekânlarından çıkarak meraklı bakışlarla, soran bakışlarla Terzi Nuri’nin dükkânının önüne gelip de olayın iç yüzünü de öğrendikleri zaman tam bir cümbüş yaşanmaya başlamıştı terzi dükkânının önünde!

Bir süre, sanki hipnoz olmuş gibi; sanki büyülenmiş gibi suskun bir vaziyette oldukları yerde duran oduncu köylüler; üzgün bir şekilde, ne yapacakları şaşırmış bir halde etraflarındaki kahkaha atan kalabalığa bakarlarken; suskunluğu, kan çanağına dönmüş gözleriyle, kıpkırmızı yüzüyle ve titreyen dudaklarıyla Abdi Muslu bozdu:

-Gidelim arkadaşlar!

Oduncu köylüler Akçaların evlerinin önüne gelene kadar kendi aralarında bile hiç konuşmadılar. Eşeklerinin sırtındaki odunları boşalttıktan sonra da Osman Akça’dan paralarını alırlarken de hep sustular. Sessizce paralarını ceplerine koyan köylüler; urganlarını toplayıp, eşeklerinin semerlerine asarlarken de hiç konuşmadılar. Gerçekten de köylülerin moralleri çok bozulmuştu. Hepsinin de yüzlerinden düşen bin parçaydı! Hiçbirisinin de ağzını bıçak açmıyordu.

Köylüler, köylerine dönmek üzere acele bir şekilde-ama yine sessizce- eşeklerine binerlerken, grubun en yaşlısı olan kırk yaşlarındaki Şaban Pelit, yol arkadaşlarına usulca bir öneri sundu:

-Arkadaşlar! Çarşıya tekrar girmeyelim. Geldiğimiz yoldan dönmeyelim. Aha şuradan Çay Mahallesine dalalım. Kalenin dibinden köprü tarafına yönelelim. Yeni Mahalleyi de yıldırım hızıyla geçerek, kimselere görünmeden köyümüze dönelim. Ta…

Şaban Pelit sözünü tamamlayamadı. Çünkü, grubun en genç üyesi olan otuz yaşlarındaki Abdi Muslu, eşeğinin semerine, yarış atına biner gibi atlayarak ve eşeğini yine bir yarış atı gibi koşturarak bir anda Orta Çarşı’nın içine dalmıştı bile! Kısa bir süre hayret dolu bakışlarla Abdi Muslu’nun arkasından bakakalan arkadaşları da şaşkınlıklarını atlattıktan sonra mecburen peşinden gitmek zorunda kaldılar. Abdi Muslu, Terzi Nuri’nin dükkânının önüne geldiği zaman, hiç vakit kaybetmeden, şimşek gibi eşeğinin üzerinden inerek dükkânın kapısına iyice yaklaştı. Bir saat önce dükkânın önünde ve içinde oturan o zengin tüccarlar hâlâ yerlerinde oturuyorlar ve hâlâ koca göbeklerini hoplatarak, kahvelerini höpürdeterek sohbet ediyorlardı. Abdi Muslu dükkânın önünde görününce bir anda tekrar coşkulu bir kalabalık oluşmaya başlayıverdi. Terzi Nuri’ye de zengin tüccarlara da büyük bir nefretle şöyle bir bakan Abdi Muslu, ani bir hareketle, el çabukluğuyla Terzi Nuri’nin elindeki makası kaparak kendisine şu soruyu sordu:

-Nuri Usta bu ne?

Terzi Nuri gayet kendinden emindi. Zaten sırıtarak cevap verdi:

-Makaaas!

Abdi Muslu top gibi patladı:

-Ben sana goduuum!

Terzi dükkânının önünde öyle bir kahkaha tufanı koptu ki!.. Çevredeki dükkânların hemen hemen hepsi de anında boşalarak, koşar adımlarla olay mahalline geldiler. Bir anda Terzi Nuri Usta’nın dükkânının önü panayır yerine dönüvermişti! Fakat… Terzi Nuri Usta kafiye biliyor ya!.. Makam biliyor ya!.. Kasabalı ya!.. Şehirli ya!.. Hece vezninden de aruz vezninden de haberi var ya!.. Çevresine şöyle mağrur bir şekilde bakan Terzi Nuri; karşısında sinirden zangır zandır titreyerek dikilen Abdi Muslu’yu da kibirli bir şekilde süzdükten sonra, boş kaleye penaltı atar gibi, ayağının ucuyla topa dokunuverdi:

-Ama uymadı ki!

Evet uymamıştı ama ok da yaydan çıkmıştı bir kere. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın der gibi etrafına bakınan Abdi Muslu’nun gözü tamamen kararmıştı! Bu hep böyle devam edemezdi! Bu devran hep böyle dönemezdi! Bu işe birinin, birilerinin artık son vermesi gerekiyordu! Bu işe birilerinin artık dur demesi gerekiyordu! Baltası elindeydi Abdi Muslu’nun! Silahı belindeydi! Arkadaşları arkasındaydı ve hepsinin de elleri tetikteydi! Sonra… sonra bir şey daha vardı…Terzi Nuri’nin dükkânının önünde toplanan mahşeri kalabalığın da en az yarısı köylüydü!.. Boyabat Panayırına gelen, çocuklarını okutmak ve iş bulmak amacıyla Boyabat’ın kenar mahallelerine yerleşen köylüler de neler oluyor burada diye toplanmışlardı! İşte, kısa sürede olayın içyüzünü öğrenen bu meraklı köylülerin de cesaret veren bakışları-zaten gözü kararmış olan-Abdi Muslu’nun öfkesini zirveye çıkartmaya yetmişti! Abdi Muslu’nun uzun yıllar Orta Çarşı’da yankılanacak, dilden dile dolaşacak olan sözleri, alevli ağzından tabanca gibi çıkmaya başladığı zaman Merkez Oteli’nin çatısına konan güvercinlerin hep birlikte kanat çırparak uçuşları yeni bir zafere, büyük bir zafere tanıklık ediyor gibiydi:

-Ulan!.. Uysa da godum!.. Uymasa da godum!..Siz kimsiniz lan? Ha!.. Siz kimsiniz? Siz kendinizi ne sanıyorsunuz lan? Başbakan kim lan Başbakan? Başbakan, Çakırbeyli Çiftliği’nin sahibi değil mi lan? Başbakan da köylü değil mi lan? Boyabat’ın kanallarını yapan kim lan? Süleyman Demirel değil mi lan? Çoban Sülü değil mi lan? Süleyman Demirel de köylü değil mi lan? Çoban Sülü olmasa Boyabat’ı sel alacaktı lan sel!.. Yiğrenli Sadık olmasa, siz ormandan bir dal bile koparamayacaksınız lan bir dal bile!.. Oturun da Tavukçuoğlu Kadir’e dua edin!.. Tavukçuoğlu Kadir olmasa, düğünlerinizde atacak bir kör kurşun bile bulamayacaksınız lan? Uluköylü Cemil olmasa, sizi Uluköy Panayırına kim sokar lan? Size Uluköy Panayırında kestane bile sattırmazlar be Uluköylü Cemil izin vermese!.. Tavuk bile alamazsınız lan siz Uluköy Panayırından, Uluköylü Cemil müsaade etmese!.. Boyabat Panayırında güreş ağalıklarını kim kazanıyor lan? Ha! Kim kazanıyor? En son ağalığı kim kazandı lan? Benişlili Mahir kazanmadı mı lan? Boyabat Panayırının en son güreş ağası Benişlili Mahir değil mi lan? Daha durun!.. Sıkı durun!.. Çoraklı İsmail Hafız geliyor!.. İsmail Hafız geliyor!.. Siyasetin nasıl yapıldığını gösterecek size!.. Siyaset nasıl yapılırmış göreceksiniz!.. Gününüzü gösterecek size İsmail Hafız gününüzü!.. Ulan Bahçe Köylü Nazmi olmasa, siz Saraydüzü’nde kumar oynayabilir misiniz be? Ha! Kumar oynayabilir misiniz? Bittiniz lan siz artık bittiniz!.. Kasabalılar!.. Bittiniz!..

Gülmeyi bırakınız, şakalaşmayı bırakınız; çıt bile çıkmıyordu Terzi Dükkânının önünde!.. Koskoca Orta Çarşı dahi sessizliğe gömülmüştü!.. Terzi dükkânının içindekiler de önündekiler de çevredekiler de sessizce, boynu bükük bir vaziyette ve büyük bir merakla bu olağanüstü başkaldırının sonunu beklerlerken… Abdi Muslu, gözlerinden ateş çıkartarak, ağzından köpükler saçarak bir süre daha Terzi Nuri ve arkadaşlarını iyice fırçaladıktan sonra, hızlıca eşeğine binip de gitmeye hazırlanırken aniden geri dönerek bir kere daha haykırmadan duramadı:

-Hıh!.. Uymamış!.. Ulan!.. Uysa da godum!.. Uymasa da godum!.. Var mı lan bir diyeceğiniz?

 

Boyabat Gündemi hakkında 18776 makale
Boyabat Gündemi

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın