Boyabat Matbaası’nın sahibi, Boyabat Sesi Gazetesi’nin Başyazarı İsmet Sezer; saat 18.00’e doğru, bütün işlerini bitirip de evine gitmek üzere matbaasından çıktığı zaman gerçekten çok yorgundu.
Gün boyu içtiği sigaralardan, çaylardan; bütün iş yoğunluğuna rağmen, matbaaya gelen misafirleriyle yaptığı sohbetlerden dolayı evine gitmek için adım atacak hali kalmamıştı. Buna karşın yine de üstelik karnı da iyice acıkmış olmasına rağmen; aynı mahallede oturan bir arkadaşının arabasına binmeyi reddederek, havanın da güzel olması nedeniyle evine yürüyerek gitmeyi tercih etti.
Ama; hem çok yorgun, hem de aç olduğu için; üstelik, havanın da çok sıcak olması nedeniyle kısa sürede yorulan, dizlerinde derman kalmayan İsmet Sezer, bir arabaya binmeyip de evine yürüyerek gitmek için yola çıktığına bin pişman olmuştu.
İsmet Sezer, yorgun-argın evine yaklaştığı zaman; oturmuş oldukları apartmanın, üçüncü katındaki dairelerinin balkonunda heykel gibi dikilen ve kendisinden tarafa-ufukta gemi arayan bir tayfanın titizliğiyle-dikkatli bir şekilde bakan eşini fark etti. Bu duruma şaşırdı; çünkü, balkona vuran akşam güneşi o kadar rahatsız edici boyuttaydı ki! Hani, eşeği bağlasan durmaz misali!.. O derece yani!.. Eşinin bu davranışına bir anlam veremeyen İsmet Sezer; acaba önemli bir şey mi oldu diye telaşlanarak adımlarını hızlandırdı. Eve iyice yaklaştığı zaman, daha doğrusu Nihal Hanım’ın sesini duyabileceği bir alana girdiği zaman, eşinin kendisine seslenmesiyle dang diye durdu İsmet Sezer. Bir adım daha atmadı. Nihal Hanım; bütün sevecenliğiyle, gayet yumuşak bir üslup kullanarak; tabii, komşularının da kendisini duyabileceğini hesaba katıp, ciddiyetini ve resmiyetini muhafaza ederek, güler yüzlü bir ifadeyle konuşmaya başladı:
-İsmet Bey!
Yerinde dang diye duran İsmet Sezer, biraz şaşırmış bir vaziyette eşini cevaplar:
-Ne oldu ya! Hayır mı?
Eşinin üslubuna bakarak, İsmet Sezer’in sesi biraz sert çıkmıştı. Ama bunu önemsemedi Nihal Hanım. Bütün sevecenliğiyle devam etti:
-İsmet Bey, Bakkal Mahmut’a gidiver de…
Tamam. İsmet Bey, Bakkal Mahmut’a gidecek. Bu belli. Nihal Hanım, eşini Bakkal Mahmut’a göndermek istiyor. Evlerinin bulunduğu sokağın bitiminde iki tane bakkal var. Nihal Hanım, eşinin Bakkal Ömer’e değil de Bakkal Mahmut’a gitmesini istiyor. Yani bu sıcakta, akşam güneşinin cayır cayır yaktığı balkonda sırf bunu söylemek için mi bekliyordu Nihal Hanım? Evet! İyi de İsmet Bey, bakkala neden gidecek? Önemli olan bu değil mi? Değil! Önemli olan bu değil. Önemli olan; İsmet Sezer’in Bakkal Ömer’e değil de Bakkal Mahmut’a gitmesi. İsmet Sezer kısa kesti:
-Tamam! Ne lazım?
-İsmet Bey! Evde tuz kalmamış. Bakkal Mahmut’a gidi…
-Tamam tamam!
İsmet Bey, bir iki adım atmıştı ki Nihal Hanım, arkasından yine yumuşak bir üslupla seslendi:
-İsmet Bey! Bakkal Mahmut’ta iyotlu tuz var. Bakkal Ömer’de iyotlu tuz yok. Üste…
Sözünü tamamlayamadı Nihal Hanım. İsmet Bey, hışımla geriye dönerek, eşine öyle bir bakış fırlattı ki Nihal Hanım sözünü tamamlayamadı. İyi ki de tamamlayamadı; çünkü, eğer Nihal Hanım, sözünü tamamlayabilse şöyle diyecekti:
-Üstelik, Bakkal Ömer’in tuzu bayat…
Tuzun bayatı olur mu? Eğer sözünü böyle tamamlasaydı; eşi, kendisine ne derdi. Ya kolu komşu… Milletin diline sakız olmaz mıydı? Peki; Nihal Hanım, bütün sevecenliğini takınarak, yumuşak ve yapıcı bir üslupla eşiyle konuşmaya çalışmasına rağmen gergin miydi? Bu yüzden mi az daha dil sürçmesi yaşayacaktı? Evet. Nihal Hanım, eşinin Bakkal Ömer’e gitmesini-kesinlikle-istemiyordu. Bu yüzden az daha hata yapacaktı. Ama, yoğun bir şekilde stresli olmasına rağmen, hata yapmaktan kaçınmayan Nihal Hanım, yürümeye başlayan eşini bir kez daha durdurdu:
-İsmet Bey! Sofrayı kurdum. Yalnız, pilavın tuzunu katamadım, çabuk gel!
İsmet Sezer, geriye dönerek, eşine bir öncekinden daha da fazla sert bir bakış fırlattı. Çünkü, bir ay önce Nihal Hanım, pilavın tuzunu yine unutmuştu. Tabağına konan pilavın tuzsuz olduğunu anlayan İsmet Bey; önce, hiç bozuntuya vermeden, pilavının üzerine bolca tuz katmıştı. Ama, sonradan katılan bu tuz, pilavın tadını tamamen bozmuştu. Bu duruma çok sinirlenen İsmet Bey, pilav tenceresini kaptığı gibi çöpe atmıştı. Peki, o zaman, bu durumu bildiği halde Nihal Hanım, neden pilavın tuzu yok dedi? Neden olacak, İsmet Bey, Bakkal Ömer’e gitmesin diye. Yani, Nihal Hanım, eşinin Bakkal Ömer’e gitmemesi için bütün riskleri göze alıyordu. Aslında, Nihal Hanım, yine büyük bir tehlikeyi son anda atlatmıştı. Nasıl mı? Nihal Hanım’ın pilavdan önce aklına gelen örnek şuydu:
-İsmet Bey! Sofrayı hazırladım. Biber dolmalarının tuzu yok. Çabuk gel!
Böyle deseydi daha mı iyi idi? Tabii ki değildi. Ne derdi İsmet Bey:
-Sofra hazır olduğuna göre, dolmaları tuzsuz mu yaptın kız? Biber dolmalarını, salatalık gibi tuzlayarak mı yiyeceğiz? Dolmaları tuza mı banarak yiyeceğiz lan?
O yorgunluğunun arasında, o stresli durumda; sokağın ortasında gerçekten de eşine böyle der miydi İsmet Sezer? Derdi. Mizahı çok seven İsmet Bey; Şair Haşmet’le, Şair Fitnat Hanım’ın kurban diyalogunu her ay en az bir kere çevresine anlatmaktan büyük bir zevk alan İsmet Sezer, bu fırsatı kaçırır mıydı? Tabii ki kaçırmazdı. Neyse ki korkulan olmadı. Ne Nihal Hanım öyle dedi; ne de İsmet Bey böyle dedi.
İsmet Bey, bütün yorgunluğuna rağmen, bakkaldan tuz almak için hışımla yürümeye devam etti. Tabii ki Nihal Hanım da eşini cayır cayır yanan balkondan gözetlemeyi sürdürdü.
Sahi, İsmet Bey hangi bakkala gitti? Bu da sorulur mu? Tabii ki Bakkal Ömer’e… Eşinin bütün ikazlarına rağmen Bakkal Ömer’e gitmesi Nihal Hanım’ı oldukça sinirlendirmişti. Az önceki şefkatli gözlerinden çıkan ateş; balkona vuran gün ışıklarını bile bastırıyordu. İki eli belinde, eşinin Bakkal Ömer’in dükkânına girişini-dişlerini gıcırdatarak-gözleyen Nihal Hanım, öfkeli bir şekilde içeri girdi.
Yüz elli kilogram ağırlığındaki Bakkal Ömer Aytekin; bir yandan yeni demlediği çayını oturmuş mu diye kontrol ederken, bir yandan da bardağını, tabağını, kaşığını ve şekerini küçük bir tepsi de toparlamaya çalışırken, İsmet Sezer’i karşısında görünce sevinçten çılgına döndü:
-Vay İsmet abim benim! Hoş geldin abi! Hangi rüzgâr attı seni?
Gören görmeyen de altı aydır ilk defa görüşüyorlar sanırdı. Hâlbuki, haftada en az üç defa Bakkal Ömer’e uğramadan edemezdi İsmet Bey. Ama, Bakkal Ömer, İsmet abisini gerçekten de çok sevdiği için, sohbetine bayıldığı için hep yolunu gözlerdi… İstiyordu ki her akşam uğrasın… Nitekim, Bakkal Ömer hiç vakit kaybetmedi:
-Ya İsmet abi! Bu Namık Kemal hakkında hep abuk sabuk şeyler anlatılıyor… Hep argo laflar söyleniyor… Bütün bunlar doğru mu?
İsmet Sezer’in hayat iksiriydi bu tür sorular… Böyle sorularla enerji topluyor… Böyle soruları cevaplayarak hayattan zevk almaya çalışıyordu. Zaten, dili de epeydir iyice şişmişti. Bu arada, bakkala ne zaman geldiği belli olmayan üç kişi daha altlarına taburelerini çekerek oturmuşlar; sigaralarını çoktan yakmışlar, ellerinde birer bardak çay; İsmet Sezer’in konuşmaya başlamasını büyük bir heyecanla bekliyorlardı. İsmet Bey de ne zaman yaktığını anlayamadığı sigarasından derin bir nefes çekip, demli çayından da bir yudum içtikten sonra; kendisini canı gönülden dinlemeye hazır olan dostlarını daha fazla bekletmedi:
-Ömer! Namık Kemal hakkında böyle düşündüğünü bir daha duymayayım. O dediğin Kemal: Namı Kemal. Namık Kemal, değil. Bizim bildiğimiz Namık Kemal büyük bir vatan şairidir. Hürriyet Kasidesi’nin şairidir. “Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin/ Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten” mısralarının şairidir o! Türk şiirinin erkek sesidir Namık Kemal! Türk şiirinin erkek sesidir!
İsmet Bey, sohbetine coşkulu başlamıştı. Bakkal Ömer de bu durumdan ziyadesiyle memnundu. İsmet abisinin demli çayını tazeledi. Yeni sigarasını yakmasına yardımcı oldu. İsmet Sezer, sazı tekrar eline aldı:
-Beyler! Namık Kemal’in yazmış olduğu “Vatan Yahut Silistre” adlı tiyatro oyunu, İstanbul’da ilk defa oynandığı zaman yer yerinden oynamıştı. Vatan Yahut Silistre oyununu seyreden halk galeyana geldi!.. Seyirciler oyunun bitiminde Namık Kemal’in evine kadar yürüdüler!.. Zafer çığlıkları attılar! Bu durum hangi tiyatro yazarına nasip olmuştur? Hiç kimseye!.. Böyle bir yürüyüş Türk tarihinde sadece Namık Kemal için yapılmıştır! Türk seyircisi, belki de ilk ve son defa tiyatro için yürümüştür!.. Arkadaşlar!.. Namık Kemal, “Kanije” adlı eserini 1874 yılında yayımlamıştır. Ne olmuş yani? Ne olmuşu var mı? Şu içinde bulunduğumuz 1999 yılında bile yazarlarımız, çizerlerimiz, şairlerimiz, müzisyenlerimiz Türk’ün adını ağızlarına almazlarken, alamazlarken; Namık Kemal, Türk’ün adını dağlara- taşlara yazmıştır. Bütün Balkanlara Türk’ün adını ezberletmiştir. Hem de 1874 yılında!..
İsmet Sezer’in bu coşkulu konuşmasına Bakkal Ömer de katkısını esirgemiyordu doğrusu. İki taşın arasında, el çabukluğuyla sarmış olduğu Havana Purosu kalınlığındaki Muş tütününü İsmet abisinin eline tutuşturuverdi. Tabii –İsmet abisinin sözünü tamamlamasını büyük bir nezaketle bekledikten sonra- yakmayı da unutmadı. Daha sonra, İsmet abisinin boşalan dördüncü çay bardağını da yıldırım hızıyla; o yüz elli kiloluk gövdesinden beklenmeyen bir çeviklikle dolduruverdi. Aceleye geldiği için biraz demli olmuştu ama olsun. Bu sohbete de böyle çay gider diye düşündü galiba Bakkal Ömer.
-Sonra arkadaşlar! Namık Kemal’in “Zavallı Çocuk” isimli tiyatro oyunu, günümüze bile hâlâ ışık tutmaktadır. Bir tıp öğrencisini seven kızını, bile bile zengin bir paşaya veren ve bu yüzden bir tanecik kızlarının veremden ölmesine neden olan anne ve babayı ta o devirde eleştirmiştir Namık Kemal! Yani; Namık Kemal, her zaman erdemi, erdemli olmayı savunmuştur. Günümüz de bile bu erdemden o kadar yoksunuz ki! Beyler! Bakınız, Namık Kemal’in “Gülnihal” isimli bir tiyatro eseri daha var. Namık Kemal bu eserinde zalim Sancak Beyi’ni yerden yere vuruyor! Bu olacak bir iş değildir! Sancak Beylerinin yaşadığı bir devirde Namık Kemal, Sancak Beylerini eleştirebiliyor! Zalimin zulmüne karşı halkı örgütlemenin en güzel örneğini Namık Kemal vermiştir! Bir de günümüzdeki tiyatrocularımıza bir bakalım. Siz hiç Cem Yılmaz’ın, Yılmaz Erdoğan’ın, Beyaz’ın; bırakınız Cumhurbaşkanını, başbakanı… Vali’yi bile eleştirebildiklerini hiç duydunuz mu? Ha! Duydunuz mu? Namık Kemal, Sancak Beyini yerden yere vurmuş Sancak Beyini!.. Korkmadan, yılmadan yaşadığı devire-adam gibi- tanıklık etmiştir Namık Kemal!..
İsmet Bey, konuşmasına ateşli bir şekilde devam ederken, dükkândaki sohbetin coşkusu doruğa çıkmışken; bir anda ortamı garip bir sessizlik kaplayıverdi. Yüzleri kapıdan tarafa olan Bakkal Ömer ve dükkândaki diğer üç kişi, İsmet Sezer’in konuşmasını dinlemeyi bırakmış, şaşırmış bir yüz ifadesiyle, pörtlek gözlerle kapıdan tarafa bakıyorlardı. Bu korku dolu bakışlar beş saniye bile sürmedi. Hiç kimsenin İsmet Sezer’i uyarmaya da korumaya da vakti olmadı. Bakkal Ömer’in dükkânına Tusinami dalgası gibi giren Nihal Hanım, kucağındaki yemek tepsisini, eşinin önündeki küçük sehpaya bıraktı. Yok yok bıraktı diyemeyiz; pat diye sert bir şekilde koydu. Evet evet aynen böyle oldu. Nihal Hanım, evden getirmiş olduğu yemek tepsisini pat diye eşinin önündeki sehpaya koydu. Peki, tepsiyi sehpanın üzerine pat diye koyuş esnasında, yemek tencerelerinin kapakları şöyle bir açıldı mı? Evet. Hem de en az iki santim… Örneğin; Bakkal Ömer, tencerelerden birinin kapağı açıldığı zaman, zeytinyağlı biber dolmalarını anında fark etmişti. Neyse. İsmet Sezer’in başına vurur gibi, yemek tepsisini sehpanın üzerine bırakan Nihal Hanım, her şeye rağmen, nezaketli konuşmasını da yapmayı ihmal etmedi:
-Buyurun İsmet Bey! Afiyet olsun! Bu gece buralısın herhalde!
Bu cümleler Nihal Hanım’ın dişlerinin arasından; yivli tüfek namlusundan çıkan kurşun gibiydi. Bakkal Ömer’in dükkânında çıt çıkmıyordu. Zaman durmuştu sanki.
Ama, yine çok garip bir şey oldu! Durumu yine de İsmet Sezer kurtardı! İsmet Bey; hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya devam etti!
-Değerli arkadaşlarım! Namık Kemal, kaç yaşında öldü biliyor musunuz? Otuz altı yaşında!
Şimdi, bu sohbetin sonu böyle mi bitmeliydi? Bu sohbetin son cümleleri bunlar mı olmalıydı? İsmet Sezer’in son cümleleri, zaten yaprak kımıldamayan dükkânın içini; tamamen matem havasına sokmuştu. Yalnız, dükkânı matem havasının bürümesinin nedeni İsmet Sezer’in son sözleri miydi? Yoksa, Nihal Hanım’ın yemek tepsisini pat diye sehpaya koyması mı İsmet Sezer’i böyle bir konuşmaya sürüklemişti? Durup dururken Namık Kemal’in ölümünü mü hatırlatmıştı Nihal Hanım? Fakat; İsmet Sezer, kendisini çabuk toparlayarak bu kasvetli havayı da dağıtmasını bildi:
-Buyurun arkadaşlar, karnımızı doyuralım!..
İsmet Bey, dükkândakileri sofraya davet ederken, önce yarım çay bardağını bitirdi. Sonra, bitmek üzere olan sigarasından son bir nefes daha çekti. Sigarasının izmaritini küllükte söndürmeye çalışırken Bakkal Ömer ve arkadaşları şaşkın bir vaziyette kendisini seyrediyorlardı. Fakat, Bakkal Ömer kendisini çabuk toparladı. İsmet abisi, sigarasının izmaritini küllükte söndürmeye çalışırken; az önce net bir şekilde gördüğü zeytinyağlı biber dolmalarının bulunduğu tencerenin kapağını sol eliyle kaldırarak; sağ eliyle, annesinin yanında yavru ceylan gibi ürkek bir şekilde yatan küçük biber dolmasını iri bir timsah çevikliğiyle kaparak ağzına attı. Hiç çiğnemeden lop diye yuttu. Belgesel film izler gibi Bakkal Ömer’i seyreden İsmet Sezer; gördüğü manzaradan dolayı çok mutluydu. Bakkal Ömer’in yutkunmaya dahi gerek kalmadan, zeytinyağlı biber dolmasını mideye indirmesi ortamı yumuşatmaya yetmişti. İsmet Sezer’in bu seferki daveti daha da coşkulu oldu:
-Afiyet olsun Ömer! Buyurun arkadaşlar!
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.