YAZI DÜKKANI AKADEMİ
HADİYE KILIÇASLAN
URGANCI ABDULLAH
– Sinop, Boyabat’ın Akyörük köyünden Abdullah Kılıçaslan 1933 yılında, askerliğini bitirip köyüne döner. Dağlık köyde bir avuç toprakla geçinmek zordur. Yürüyerek gidip gelerek 5 kilometre ötedeki kasabada çalışmaya başlar. Daha sonra Boyabat’ın Çorak köyünden Mahmut adlı birinin yanında işe başlar. Kendisi gibi köylü olan Mahmut Efendi hayvan tüccarlığı yapmaktadır. Mahmut Efendiyle, Kastamonu’ya, Taşköprü’ye canlı hayvan satmaya giderler. Bir süre bu işi yaptıktan sonra, kendisi işi öğrenmiş olmanın verdiği özgüven ile ticaretini, Boyabat’ta yapmaya başlar. Bir farkla ki bu kez, sattığı ürünler, Kastamonu ve Taşköprü çevresinde yetişen kendirden örülmüş urganlardır. Aradan uzunca bir süre geçince dükkân kiralar. Gezginci ticaretten kazandıklarını dükkâna sermaye yapar. Kıvrak zekası ve çalışma azmiyle esnaflığa başlamıştır.
***
– Dükkân komşusu olan Çarıkçı Sarı Hasan’dan çarık yapmayı öğrenir. Askerden döndüğünün onuncu yılı olan 1943 yılında bu defa bir dükkân satın alır. Urgancı ve çarıkçı olarak Boyabat’ın 134 köyüne ün salmıştır. Köylünün her aradığı Urgancı Abdullah’da bulunur olmuş. Hayvan derilerini doğrudan Urgancı Abdullah’a getirir olmuşlar. O da bu derileri işleyip satar, çarık diker, yağlı kayış kemer, kamçı yaparak derileri en küçük parçasına kadar değerlendirir. Çarık dikmeye yetişemeyince bu işi köylülere öğretir. Herkes kendi çarığını kendisi dikip giymeye başlar.
– Urgancı Abdullah’ın ustalığı kadar, insancıllığı. tok gözlüğü, yardımseverliği Boyabat yöresinde iyice sevilmesine ve ünlenmesine neden olur. O dönemde Boyabat’ta kendisiyle birlikte üç esnaf ünlenmiştir. Biri Bakkal Emin Hafız, diğeri de tabak Hakkıların Hakkı.
***
– Urgancı Abdullah, 1946 yılında, Yeni Mahalle’den içinde kulübesi olan bir bağ satın alır. Bir yıl sonra yarısını satar. Diğer yarısını da altı ay sonra satar. O parayla mezbaha karşısından Boyabat’ın yerli esnaflarından olan Fadıl Hoca’dan sekiz dönüm arazi satın alır. Alır ama aylar geçmesine karşın parasını ödediği arazinin tapusunu alamaz. Ne yapayım diye düşünürken, komşularının evinde oturan hakime danışır. Hakim iki şahitle git tapunu iste vermem derse bana gel ,davacı olursun demiş. Hakimin yönlendirmesiyle tapuyu alamayan Urgancı Abdullah, Fadıl Hoca’dan davacı olur. Bir buçuk yıl sonra davayı kazanıp parasını kurtarır.
***
– Fadıl Hoca’dan kurtardığı parayla ev yaptırır, büyük oğlunu evlendirir. Büyük oğlunu evlendirince köyde bırakıp kendisi yaptırdığı eve taşınır. İkinci oğlunu terzi yanına çırak, üçüncü oğlunu da kendi yanına alıp urgancılığa devam eder. Bir yıl geçince bir dükkân daha alır. Yarı parasını öder, diğer yarısını da ödemek için dükkânı ipotek ettirip bankadan kredi almak ister. Banka ipotek artı üç kefil ister. Kefillerin ikisi kasabadan esnaf, biride şehir dışından istenir. Neden diye sorulduğunda; devir Menderes devridir, Urgancı Abdullah, Demirkırat (Demokrat) değil, Halkçı olduğu bilindiğinden siyasi nedenlerle zorluk çıkarılır. Sonunda krediyi almayı başarır.
***
– 1958 yılında üç oğlunu ellerine satılık malzemeler vererek Boyabat’ta açılan yüzyıllık panayıra gönderir. Dönüşte eşine oğullarının ceplerini yoklatır. Diğer iki oğlunun ceplerinde yüklü para varken, Hüseyin’de sadece harçlığı vardır. Zaten öteden beri Hüseyin’i gözlemektedir. Böylece, üçüncü oğlu Hüseyin’i de yanına alıp urgancılığa devam eder. Hüseyin, becerikli bir çocuk olup saraciye işlerine başlar. Genç delikanlı urgandan kendir, yular, boncuklar, deri işleri, deri kesme aparatıyla koyunlara çan askısı, köpeklere tasmalar ,bel kemeri veee! daha neler neleeer …….yapar. Urgancı Abdullah, Hüseyin adlı oğluyla çalışmaya devam ederken, dükkân ve mesleği konusunda oğluna güvenebileceğinden emin olur. Dışarıdan izlemeyi sürdürerek dükkânı oğlu Hüseyin’e devreder. İşlerin yürüdüğünü, “Urgancı Abdullah” adının devam ettiğini gözüyle görür, kulağı ile işitir. Dükkanım emin ellerde diye gönlü rahattır..
***
– Hüseyin, 1960 yılından sonra işini çeşitlendirmeye, yeni işler katmaya başlar. Çarık işi bitmiştir. Makine alıp branda işine başlar. Boyabat’ta yetmişli yıllarda makineyle çadır dikmek bir ilktir. Böylece yeni teknolojiye, makineleşmeye ayak uydurmuş olur. Önceleri evde diker. Daha sonra dükkânda devam eder. Bu arada banka kredisini on yılda güç bela ödemiştir. Zorlu yıllar geride kalmıştır. Hüseyin, babasından devraldığı işi babasının ustalığı ve insancıllığı ile sürdürür. Branda ve çadır işleri 13 metre karelik dükkânda devam eder. Ayrıca ziraat ve tarım işlerinde kullanılan aletlerin üretim ve onarımını yapar. Urgancı Abdullah, atalarından öğrendiği paylaşım kültürü ile köylerde bulunan yoksulları muhtarlardan öğrenerek el altından yardım edermiş. Yangın ve afetlerde ihtiyaç duyulan ne varsa karşılık beklemeden gönderirmiş. Oğlu Hüseyin de vefa örneği göstererek, babası gibi hayır işlerine devam eder olmuş.
***
– 1980’lerden sonra sıra üçüncü kuşağa gelir, Hüseyin, oğlu Naim’i dükkânda yetiştirmeye başlar. O yıllarda yörede, “okuyup da ne yapacak baba mesleğini öğrensin” anlayışı egemendir. Dededen babaya, babadan oğluna devam etmiş mesleği şu an üçüncü kuşak, askerliği bitiminde üstlenen Urgancı Naim, yapmaktadır. Naim de dedesi gibi, babası gibi kendini geliştirir. Branda işlerinde, tamir işlerinde, zamana ayak uydurur ve çeşitleri çoğaltır. Naim el becerisiyle ününe ün katar. Bugün arabalara tente yapıyor. Boyabat’ta ustalıkta üstüne yok. “Urgancı Naim” deyince herkes tanıyor. Dedesiyle hep gurur duyuyor. “Urgancı Abdullah” adı geçince duygulanıyor, “Dedem adam gibi adamdı” diyor. “Dedemin altı çocuğu, on bir torunu bir dedem etmez” diye hayıflanıyor.
***
– Dükkân, bugün de “Urgancı Abdullah” diye biliniyor. Gelen müşteri Abdullah Dayının yeri diye gelir. Bir insanın adı hem işinde ustalığı hem de karakteriyle anıldığını gördüm. Ben Abdullah dedenin öyküsünü yazmaya karar verdiğimde, aynı zamanda kayınpederim de olan oğlu Hüseyin’den yardım aldım. Babasının hayatını yazmak istemem, kayınpederimi hem çok duygulandırdı hem de çok sevindirdi.
***
– Abdullah dedeye olan hayranlığımız hiç bitmez. Torununun eşi olarak onu çok tanımak isterdim. Manevi mirası bana, eşime ve çocuklarıma en güzel armağandır. Kime nasip olu böyle bir miras? Kim derdi ki, “Urgancı Abdullah” adını, Urgancı Abdullah’ın 1966 yılında rüyasında “torununun adı Naim olacak” diye gördüğü Naim yaşatıyor. Naim’in 14. Yaş gününde, 1980 yılında dedesi vefat ediyor. 30 yıldır Naim ile evliyim. Bir kez bile dedesi hakkında olumsuz söz duymadık. Urgancı dükkânı bu gün aynı yerinde orta çarşıda hizmete devam ediyor. Muhakkak ki böyle bir efsaneyi anlatmak kolay değil. Ama bu yazdıklarım tamamen gerçek bir aile öyküsüdür. Abdullah dede aramızdan ayrılalı 39 yıl oldu. Anısı önünde saygı ile eğiliyor, rahmet ve minnetle anıyoruz …