Serap Güvener Yazdı; Benimle Yaşlansana….

1.BÖLÜM
-“Babamla evlenemezsin ama…”
Eve doğru ilerlediğim sırada, kaykayı ile uçarak çimlere düşen minik kızı kucağıma alıp yardım teklif ettiğimde, duyduğum ilk cümle oluyor…
-“Babanla evlenmek mi, niye evleneyim bir tanem, sadece dizin kanıyor, ona bakayım istedim..
-“Pırıl’a dokunma , o benim kardeşim… ve haklı babamla evlenemezsin!”

Bir evlilik programında, erkek tarafınca istenmeyen bir gelin adayı gibi çıkmazdayım sanki. Çığlık atasım vardı… oysa minik dizi çok kanıyor adı Pırıl olan kızımızın..
-“Çocuklar ben kimse ile evlenmek istemiyorum ve hatta sizin babanızla hiç mi hiç evlenmek istemiyorum, siz beni biri ile karıştırıyor olabilir misiniz? Hemen dizini temizleyelim yoksa mikrop kapar.”
-“Yok, hepiniz aynısınız, önce bize ne tatlı çocuklar aaaa diyorsunuz sonra kötü davranıyorsunuz.”

Belli ki çok yaralılar… soramıyorum bir şey.
-“Benim âşık olduğum biri var, babanızı sevemem zaten!”
Gözleri parlıyor ikisinin de…
-“Hamdi duydun mu, âşık olduğu biri varmış!”
-“Duydum” diyor Hamdi, adı gibi yaşlı adam misali tavırları.
Sanki Pırıl’dan birkaç yaş büyük gibi… anlık tereddütlerinden yararlanıp, arabadan alıp geliyorum ilk yardım çantasını… temizliyorum yarayı… hala sorgu sual!
Pırıl,
-“Seni ilk kez görüyoruz sitede, yeni mi geldin?”
-“Evet, aslında Ankara’da yaşıyorum, iş için Antalya’ya geldim,6 ay sonra döneceğim.”
Yine bakışıyor iki komik kardeş… sanki yavaş yavaş babaları ile evlenmek gibi bir niyetim olmadığını ve herhangi bir tehlike teşkil etmediğime inanıyorlar.
Yara bandını yapıştırıyorum düzgünce… gözleri ıslak ağlamış belli acıdan… yüzü gözü toz içinde, pembe yanakları kirli, ama yine güzel, yine güzel… ayağa kalkıyor… Hamdi uzanıp elini tutuyor…
“Teşekkürler” diyor… ilerliyorlar.

Çantayı bırakmaya arabaya doğru giderken arkamdan Pırıl’ın sesi…
-“Adın ne?” 
-“Hanzade.”
-“Yaşlı kadın ismi tıpkı Hamdi’nin ismi gibi… hahahahaha!”
Hamdi de gülüyor… hiç kırılmıyor kardeşine… sanki Pırıl ne derse doğru gibi onun için…
Ben de gülüyorum
-“Zaten yaşlıyım ki… Tam 37 yaş!”
Yanıt çok acımasız.
-“Evet, gerçekten çok yaşlısın.”

Hafta sonuna doğru artık yerleşmiş gibi gibiyim… son market alışverişimi de eve taşırken, tam kapımın önünde iki adet komik kardeş buluyorum…
“Neredesin bu saate kadar” diyor Pırıl…
‘Aman Allah’ım kâbus geri geldi’ diyorum içimden…
-“Selam, siz benim evimi nasıl buldunuz?”
-“Biz çocuğuz sadece, aptal değil… güvenliğe sorduk, ‘yeni taşınmış yaşlı bir kadın’ dedik….”
“Yaaaaaa hayır” diye çığlık atıyorum.
Pırıl ile Hamdi çılgın gibi gülüyorlar….
-“Korkma demedik yaşlı… hatta Hamdi ‘güzel gibi’ dedi.”
“Yaaaaaa” diyorum, Hamdi’nin burnuna dokunarak….
-“Biz seni tanımaya geldik.”

Yüreğim, değişik bu çocuklara karşı… beni tanımaya gelmiş biri belki 5 biri belki 7 yaşında, iki adet babalarının evlenmelerinden korkan çocuk….
-“Çok mutlu olurum, bana gelmenizden ancak babanızın haberi var mı veya başkasının.”
-“Babam yurtdışında bu gece gelecek… Evde Asel var bize bakıyor… O da bahçede olduğumuzu biliyor.”
-“Bahçede değilsiniz ama yanlış bir şey yapmayalım.”

Kapı telefonundan arıyoruz evlerini… Asel’e adresimi veriyorum, telefonumu bırakıyorum…
Koşarak kanepeye oturuyorlar. Möbleli kiralanan bir daire… sade.
-“Hadi bize kendini anlat.”
‘Allahım sana geliyorum’ diyorum içimden…
“Acaba önce aldıklarımı yerleştirmeme yardım etseniz, sonra güzel bir şeyler hazırlayıp yesek… o arada da konuşsak olur mu ki… ama siz de bana kendinizi anlatacaksınız yaaaa…” diyorum
“Tamam” diyorlar.

Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz bile gülmekten… en çok âşık olduğum adam soruları zorluyor beni… ama bizde yalan yok, âşık mıyız evet….
Fotoğrafını görmek istiyorlar… yüreğim huzursuz… gösteriyorum.
‘İnşallah tanımıyorlardır’ diyorum bir yandan da içimden… Pırıl dikkatlice resme bakıyor, bana bakıyor, bana bakıyor, resme bakıyor…
“Çok şanslısın, çok yakışıklı” diyor.
“Oh şükür” diyorum… tanımıyor… George Clooney’e tabi ki ben aşığım, ama onun duygularını bilmiyoruz… yalan değil…

Domates çorbası istiyorlar… köfte-patates… çok neşeli onlarla günü geçirmek! Çorba için rendelediğim kaşar peynirinden ağızlarına zorla tıkıyorum… çok gülüyorlar..

Anneleri ölmüş… Pırıl doğduktan hemen sonra… Hamdi 2 yaşında imiş… O nedenle Hamdi Pırıl’a çok önem veriyor… “Ben annemi gördüm, tam iki yıl” diyor, “ama Pırıl hiç görmedi. Tam iki yıl” diyor.
Canım yavrumun gözünde o iki yıl öyle uzun zaman ki… Oysa anne için yeter mi iki yıl hiç ahh… Babalarının bir şirketi varmış… ‘Hep işte, çok az görüyoruz’ diyorlar. 
Kıyamıyorsunuz bakmaya!
Kendi tabağından alıp kardeşine köfte veren Hamdi.
Abisinin üstüne dökülen çorbayı silen Pırıl.
Sürekli çalışan ve her an evlenmesi muhtemel bir baba.
İçten içe kızmaya başlıyorum sanki adını bile bilmediği babaya… Gözlerindeki hüznü hiç sevmiyorum…
-“İsim, şehir, hayvan oynayalım mı?
Aklıma başka bir oyun gelmiyor…
-“Oooooooooo o ne?”
Masaya oturtup başlıyorum anlatmaya…. Hamdi biliyor okuma yazmayı… Pırıl ona yardım ediyor güya… ama çok eğleniyorlar… kapı çalıyor… onları masada bırakıp açıyorum…
-“Buyurun” diyorum, genç bir bayana.
-“İyi akşamlar, Çocuklar buradaymış galiba.”
Çocukların çığlığından anlıyorum ki gelen yardımcıları Asel
-“Babanız geldi çocuklar, sizi bekliyor.”
“Babam” diye çığlık atıyor Pırıl, “Hadi hadi Hamdi koşalım, çok özlemiştir bizi.”
Birden beni fark ediyor…bacaklarıma sarılıyor Pırıl….
-“Çok eğlendik seninle… yarın yine gelelim mi?”
Öpüyorum başını,
-“Yarın çok önemli bir toplantım var, Çarşamba olsa olur mu?”
-“Ama yine köfte patates, tamam mı?”
-“Oooo hem de onlarca köfte, onlarca patates, söz!”
El sallayarak gidiyorlar… arkalarından bakıyorum… yürüyen sevgiye şahit oluyorum… evi topluyorum… tek yaşamaya alışmış biri için 3 tabak, 3 çatal, 3 bardak, masada isim şehir hayvan kâğıtları değişik geliyor.
‘Annesizlik ne zor’ diye düşünüyorum. Galiba yalnızlık da zor… onu yeni öğreniyorum… uyuyorum…

Mimarlık Fakültesini bitirdikten sonra yıllarca yurtdışında yaşamış, birçok büyük küçük projede görev almıştım, ta ki annem bir gün telefonda “aaaaaa yeter artık, hasret ölüp gideceğiz, bu deliye, söyle hemen gelsin diyor baban” deyinceye dek… Döndüğümde, hayat kısa, kuşlar uçuyor misali Ankara’ya yanlarına yerleşiyorum.. Bir mimarlık şirketinde çalışmaya başlıyorum. Eskidenmiş meğer hırslarım, kendi ofisim olsun hayallerim… “aç kendi ofisini” diyor annem, “insanın yaşı genç olmalı” diyorum, “senin yaşında ne varmış daha yolun başındasın, ama sen inatçı keçisin dediğim dedik, o caanım çocuğu da bıraktın da öylece çekip gittin nedensiz, bari birini bul da evlen yalnız mı geçer bir ömür” diyor… “gel de benim kalbime anlat anneciğim” diyeceğim, diyemiyorum. Ahlar ve keşkeler yakıyor insanın boğazını…

Ertesi gün sabah erkenden uyanıyorum… çok zor bir gün olacak gibi… gıda üzerine çalışan büyük bir holdingin yeni binasının dekorasyonu için 4 aydır üstünde çalışılan bir projenin sunumu, mimarının kaza geçirmesi nedeniyle bana kalıyor. Başkasının emeğini sunmak çok zor benim için… kalbim pır pır, yanlış bir şey yapma korkusu sarıyor iyiden iyiye… siyah bir elbise giyiyorum… hep kulağımda çok sevdiğim bir hocamın; sunum yaparken giyim konusunda çok sade olun aksi takdirde sunumun önüne geçersiniz uyarışı.
Saçıma küçük bir gül takıyorum sadece, şans getirsin diye.
3 firma kalıyoruz sona…
Yönetim Kurulu üyelerinin kararı belirleyecek birinciyi.
En arkasına oturuyorum salonun, sanki heyecandan deliler gibi atan kalbimin sesi her yerden duyulacak gibi… ve en son sunum benim.
Bizden önceki İki proje de klasik, bizimki biraz daha yenilikçi sanki… İçim tuhaf… Sunumu bitirdiğimde bacaklarım hala titriyor… Eşyalarımı toplarken bir şeylerin ters gittiğini hissediyorum… köklü ve gelenekçi yapısından dolayı firma için bizim projemiz biraz fazla sert geçiş olur sanki … Tasarlayan mimar gencecik olunca tabi, çılgın fikirler de uçuşabiliyor havada…

***ARKASI YARIN***

Boyabat Gündemi hakkında 18701 makale
Boyabat Gündemi

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın