-Arkadaşlar, bu neyin nesi ya!.. diye söylendi.
Masadaki öğretmenlerden sınıf öğretmeni Hüseyin Yıldırım,
-Ne neyin nesi Ali Bey, diye karşılık verdi.
Ali Beyin şaşkınlığı hâlâ geçmemişti. Tam konuya girecekti ki, ürkek adımlarla masalarına doğru yaklaşan bir kişinin,
-Beyler, Hüseyin Yıldırım öğretmeni arıyorum. Buralarda mı acaba? demesiyle konuşmaktan vazgeçti.
Gelen Tabelacı Vedat Yalçın’dı. Tabela yazarak geçimini sağlayan… Boş zamanlarında resim yaparak, çevre ilçe festivallerinde sergiler açan; sporu –özellikle futbolu-seven, kendi halinde bir vatandaştı. Aradığı öğretmen masadaydı; ama, gazetede okuduğu bir yazıya daldığı için gelen kişiye pek dikkat etmemişti. Misafiri de yüzü gazeteden görünmediği için kendisini görememişti. Masadaki diğer öğretmenlerden biri Hüseyin Beyi uyarınca durum halloldu:
-Ooo! Vedat hoş geldin kardeşim, buyur otur, diyerek ayağa kalkan Hüseyin Bey, arkadaşıyla kucaklaştı. Yan masalardan bir sandalye alarak arkadaşını masaya yerleştirdi.
Hoşbeşten sonra Ali Bey, az önceki konuya geri döndü:
-Yahu arkadaşlar, Türk Dil Kurumu, iş yerlerindeki tabelaları Türkçe olmayan iş yeri sahiplerine-bundan böyle- ruhsat vermeyen belediyelere ödül veriyormuş!.. Yani belediyeler, iş yeri tabelaları Türkçe olursa, iş yerine ruhsat vereceklermiş!.. Ne güzel değil mi?
Diğer öğretmenler ve masadaki misafir coşkulu bir şekilde karşılık verdiler:
-Evet çok güzel!..
Ali Bey devam etti:
-Güzel de… Ben, Türk Dil Kurumu’nun çalıştığını bile bilmiyordum. Meğer bir şeyler yapıyormuş da haberimiz yokmuş.!.. Aferin be!..
Biraz önceki coşkuya,’evet çok güzel’ diye katılan Tarih öğretmeni Oğuz Başaran, Ali Beyin-birazcık-dudak bükerek yaptığı konuşmasını destekleyen bir tavırla yorumuna başladı:
-Evet çok güzel… Ama, atı alan Üsküdar’ı geçmedi mi arkadaşlar? Ege ve Akdeniz kıyılarımız bitti… Büyük şehirlerimiz Türk kenti değil gibi… Neredeymiş bu zamana kadar Türk Dil Kurumu? Sesini soluğunu duyan var mıydı? Gazetede bilinmez! Televizyonda görünmez! Karanlıkta göz kırpıyormuş!.. Kime?
Oğuz Bey, hararetli konuşuyordu. Ama, kırıcı olabilecek bir yüz ifadesi, ses tonu baltayı taşa vurmasına neden olabilecek gibiydi. Ufak bir müdahale gerekiyordu. Sınıf öğretmeni Hüseyin Bey, uysal bir ses tonuyla duruma el attı:
-Arkadaşlar, Türk Dil Kurumu’nun medyada, şurada burada boy göstermesine gerek yok. Ayda bir yayımlanan Türk Dili Dergisi adlı bir dergi çıkarıyor. Alıyor muyuz? Yok!.. Bu sorunlar dergide yoğun bir şekilde işleniyor. İş yeri tabelalarıyla ilgili çalışmayı Karaman Belediyesi başlattı. Bu belediyeyi yurdumuzun bazı belediyeleri takip etti. Bu belediyelerin başkanlarına da Türk Dil Kurumu ödül verdi. Karanlıkta göz kırpan falan yok. Okuduğumuz boyalı gazeteler, magazin dergileri bizi kör etti. Arkadaşlar, Türk Dil Kurumu’nun bu âcizane çalışmalarını takdir etmeliyiz. Yangın büyüyecek… Bir damla suyu bile ziyan edecek lüksümüz yok.
Hüseyin Beyin konuşması misafir arkadaşı Vedat Yalçın’ın çok hoşuna gitmişti. Arkadaşını hayranlıkla dinliyordu. Bundan cesaret alan Hüseyin Bey, masadaki öğretmenlerin de ilgiyle dinlemesini fırsat bilerek konuşmasına devam etti:
-Bakın arkadaşlar, atı alan biri var belki; ama daha Üsküdar’ı falan geçemedi. Evet, yangın başladı; lâkin zararın neresinden dönersek kârdır. Türk Dil Kurumu bazı pop şarkıcılarına bile ödül verdi!..Neden verdi biliyor musunuz? Şarkılarında Türkçe sözlere,deyimlere ve atasözlerine yer verdikleri için…Yani, Türk Dil Kurumu; Türk pop sanatçılarına şarkılarında Türkçe deyimler kullanıyorlar diye ödül veriyor!..Tarla ne kadar kıraç değil mi? Bir yaban gülünü bile yaşatmak için topal karıncayı imeceye çağırıyoruz!..Hem bu konuda başkaları da çalışıyor…Türk Edebiyatı Dergisi’nde Ahmet Kabaklı bas bas bağırıyor…Dergi olarak bu konulara büyük önem veriyorlar. Oktay Sinanoğlu gibi bilim adamlarımız, gerçek işlerini güçlerini bıraktılar Türk dilinin sorunlarıyla boğuşuyorlar.
Oktay Sinanoğlu’nun adı geçince Vedat Yalçın heyecanlandı:
-Hüseyin Bey, ben zaten onun için gelmiştim. Hani Oktay Sinanoğlu’nun son kitabını bana verecektin ya. Eğer mümkünse bugün-yarın verebilir misin? Okuyacak kitabım kalmadı da… İstersen ben yarın okula geleyim… Veya buraya bırak, ocakçıdan alırım.
Hüseyin Yıldırım, çok mutlu olmuştu. Az da olsa- aslında ciddi anlamda- ekonomik sıkıntı çeken bu değerli arkadaşının okuma azmine hayrandı. Yeni basılan önemli kitapları-bir yerlerde karşılaştıkları zaman-ya kendisi önerir; ya da arkadaşı kendisinden bizzat isterdi.
-Tabii, dedi, gülümseyerek. Sen buraya kadar zahmet etme. Okul da buraya çok uzak mesafede… En iyisi ben kitabı Berber Hasan’ın dükkânına bırakayım… Oradan alırsın.
Vedat Yalçın, Teşekkür ederek Öğretmen Evi’nden ayrıldı.
Sohbetlerine çaylarını tazeleyerek-aynı konuda- devam eden öğretmen arkadaşlar bir müddet daha coşkulu bir şekilde fikir alışverişinde bulunduktan sonra evlerine gitmek üzere dağıldılar.
Ertesi gün Oktay Sinanoğlu’nun “Bye Bye Türkçe” isimli kitabını Berber Hasan’ın dükkânından alan Vedat Yalçın, sınıf öğretmeni Hüseyin Yıldırım’a, on gün sonra yolda rastladığı bir öğrencisinden (yüz adet bastırdığı kartlardan) bir kart gönderdi:
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.