Sizde geçmişi biraz tebessüm ile hatırlamak isterseniz..Bu haberimizi okumanızı tavsiye ederim.
Elekçi geldi elekçiii….
Çocukluk anılarımın kahramanı olan elekçi ve çerçiler şimdilerde yerini taksitçi dediğimiz satıcılara bıraktılar
İSTANBUL- Eskiden elekçiler, çerçiler olurdu. Köy köy gezip satış yaparlardı. Erkek olanların tahta bir kutusu bayanların ise bohçası olurdu. Bu kutu ve bohçalarda iğneden ipliğe, incik boncuk ne ararsan vardı. Köylülerin neye ihtiyaçları olduğunu iyi bilen bu kişiler belli aralıklarla köylere uğrar ve ihtiyacı olanlara hizmeti ayağına götürürlerdi. Bu alış verişlerde asla pazarlıksız satış olmazdı. Çerçilerde bakır tava, kazan, ibrik, bakır pekmez kazanları, tavaları, elek, kalbur çeşitleri, su tasları, çorba tasları bulunurdu. Köylerde buğday ve mısırları elemek için en çok ihtiyaç duyulan gereçti elek ve en çok da bunu satın almak istediklerinden sadece elek satanlar da vardı demek ki ‘’elekçi ‘’ ismini almışlardı. Hatta bu isim onlarla o kadar özdeşlemişti ki o yıllarda yerinde duramaya ve çok gezen çocuklara ‘’ elekçi gibi gezme ‘’ derlerdi.
Köy köy gezen bu elekçi ve çerçiler, köylülerin ihtiyacı olan eşyaları tedarik etmenin yanında bakıp kazan, tencere ve tavaları kalaylar. Dışarıda açık alanda odun ateşinde büyük kazanlarda pekmezler kaynatılır, bulgurlar kaynatılır ve kışlık erzaklar hazırlanırdı. Harlı odun ateşinde günler süren bu işler yüzünden bakır kazanlar, pekmez tavaları kapkara is tutardı. Bu yüz de bakır kaplar mutlaka kalaylanırdı. Kalayı olmayan bakır tencereler, tavalar asla kullanılmazdı. Bunun sebebini ise büyüklerimiz şöyle açıklarlar ‘’islenen ve kalaylanmayan kaplar bakır tutar’’ derlerdi. Bu kaplar, bakır tutunca zehirleyip öldürürmüş. Bu yüzden kışlık ürünlerini hazırlarken en büyük yardımcıları olan bu bakır gereçleri kalaylaması için çerçilere götürüp sıraya koyarlardı. Bizim köyümüze gelen Çerçi ailenin reisi Rıza amcaydı. Rıza amca tüm bakır kaplara bakar ve her birinin ebadına göre fiyatını belirlerdi.
Tabi ki o zamanlar da köylü yoksul, tarlasındaki ürününü satıp elde ettiği parasının bir kısmını yine gelecek yıl ürün hazırlamasında en büyük destekçisi olacak ve evinde kullandığı bakır kapların kalaylanmasında kullanırken elbette pazarlık yapacaktı. Elekçi ve çerçilerden alış veriş yapmanın güzel tarafı da kışın sattıkları malların parasını yazın almaya gelirlerdi. Zaten yoksul olan ve kışın karlar altında kalan ve zor şartlar yaşayan köylülere bir nebze onlar da destek olurdu bu davranışları ile. Çoğu zaman da elekçi ve çerçiler de kendi ihtiyaçları olan şeylerle takas ederlerdi. Köylünün tazecik ve doğal ürünlerinden kendi ihtiyaçlarını karşılarlardı böylelikle. Sürekli aynı kişiler gelirdi ve aralarında güvene dayalı bir dostluk hasıl olurdu. Bu güven o kadar önemliydi ki ailenin içine girecek kadar kaynaşılırdı. Her zaman babaannem ve dedem onların adlarını anardı. Rıza amcanın hanımına ise çingene Fatma derlerdi. İki oğlu vardı Çetin ile Metin. Satış ve kalaylama yapmak için hangi köye giderlerse o köyün misafirhanesi olan köyün odasında kalırlardı. Bir hafta on gün ya da on beş gün işleri ne kadar sürerse köye gelen yabancı misafirler onlar da köy odasında ağırlanırdı. Bizim köyde o zamanlar at arabası kullanan yoktu, at arabasını köy köy dolaşmak için bu çerçiler kullanırdı. Şimdi ne zaman bir at arabası görüp ya da atların ayak tıkırtısını duysam çocukluğundaki çerçiler gelir hemen aklıma. O günlere dalıp giderim.
Şimdiler de ise çerçilerin yerini halk arasında ‘taksitçi’ denen kişiler aldılar. Taksitçiler, bir minibüs içinde mahalle mahalle dolaşan ve türlü çeşit eşyayı yine hanımların ayağına getiren yine güvenilir kişilerdir. Arabalarında küçük ev gereçleri bulunur genellikle ve kalın bir defterleri vardır. Sokak sokak satış yaparlar. Genelde müşterileri hanımlardır ve her hanımın bir borç sayfası vardır. Kimi haftalık kimi de aylık ödeme yaparlar.
Bu gün de tesadüf bizim mahallede bir taksitçi görünce hemen eski günler canlandı gözümün önünde ve biraz sohbet edip sorular sordum. Mahmut bey, 17 yıldır bu işi yaptığını söyledi ve şunları dile getirdi ‘’Eski tadı yok satışların, önceden mal yetiştiremezdik, şimdi bir milyoncular çıktı, bizim işlerin tadı kaçtı’’ diyor.
Mahmut beye, ‘’eskiden ne satardınız’’ diye sordum. Eskiden vim vardı tencereleri parlatmak için şimdi yok. Eskiden çalar saat satardık taksitle şimdi cep telefonu var, çalar saat alan yok. Eskiden havludan elbezi satardık, şimdi sarı bezler ve kağıt havlu peçeteler var. Eskiden Vileda yoktu şimdi her model var. Geçmiş zamanlarda çok kullanılan telli süpürge satışları da bayağı düştü nerede ise unutulacak. Sattıklarımız mevsime göre zamana göre değişiyor. Havalar iyi olunca daha çok satış yapıyoruz. Yine de mandal plastik leğen çok satıyoruz’’ dedi. Mandaldan porselen yemek takımına terlikten lavabo pompasına ne ararsanız var. Siz de mahallenizde taksitçi varsa bu güzel gelenek ve adetlerimiz sürsün diye alış veriş yapın ve bu emektar insanlara destek olun .
Bu geleneğin en güzel tarafı ise Mahmut bey, sattığı ürünlerin hepsinin yerli malı olduğunu söyleyerek ‘’Çin malı satmıyorum’’ dedi…
Bu emektar insanlara kolay gelsin diyerek bol satışlar diliyorum.
Son-An Gazetesi Editör Halime Şahin
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.